Aleksandria Troas’ta yürüyorum. Yaklaşık 2400 yıl önce Makedon bir komutan tarafından kurulan bir kent. Antigonos’un kurduğu ve Roma,Helen,Bizans uygarlıklarına tanıklık eden bu kent bugün, büyük ölçüde, Çanakkale ilinin Ezine ilçesine bağlı Geyikli Beldesinin Dalyan Köyü sınırları içerisinde yer alıyor.
Bütün antik kentlerde olduğu gibi burada da ekonomik yetersizlikler arkeologların çalışmasını geciktiriyor. Bu nedenle şehrin projesine ulaşılmış olsa da şehrin büyük bir bölümü, gizemini koruyarak toprağın altında yatıyor.
Ancak gerek kentin artık bilinen yerleşim planları, gerekse bugüne kadar yapılan kazılarda ortaya çıkarılan bölümler, bize bundan 2400 yıl kadar önce nasıl modern bir kent kurulduğunu, adeta ders verircesine kanıtlıyor.
Elbette, hem Aleksandria Troas’la hem de diğer antik kentlerle ilgili söylenecek çok şey var. Ama ben antik kentlerde gezerken, o günün kentleriyle bugünün kentlerini bir arada düşünmeyi seviyorum. Çok öğretici oluyor. O günün kentleri mi yoksa şimdiki kentler mi modern? O günün kentleri mi güzel yoksa günün kentleri mi?
Gördüğüm bütün antik kentlerde söylemeliyim ki ilk göze çarpan planlama oluyor. Evet, bütün antik kentler kusursuz planlamaların eseri. Hangi antik kentte dolaşırsanız dolaşın, matematik zekayı, fiziksel zekayı, estetik zekayı, çevreci zekayı, sanatsal zekayı ve mimari zekayı görüyorsunuz.
Kuruldukları yerler her ne kadar askeri ve ticari kaygıların öne çıktığı yerler olsa da sıcak ve soğuk su kaynaklarına yakın olmak ayıca rüzgar ve güneşin yönleri de kuruluş nedeni olarak öne çıkmaktadır.
Ama hem Anadolu, hem de Anadolu gibi diğer kadim topraklarda kurulan antik kentlerin planlaması incelenirse, görülecektir ki, doğayla uyum ve birey mutluluğu temel iki ögedir. Zira, kurulan kentler, bireyin, ticari, kültürel, sportif, sosyal edimlerinden yola çıkmış, tiyatroları, odeonları, kütüphaneleri, hamamları, stadyumları, evleri, dükkanları, sokak çeşmelerini ve benzeri birimleri bir düzen ve uygunluk içinde kente serpiştirmişlerdir.
Ayrıca, kentlilik bilincinin önemsendiği antik kentlerde, kentler, sokak olgusuyla başlamış ve kentler agoralarla, meydanlarla süslenmişlerdir. Kısacası, antik kentlerde hiçbir ayrıntı hiçbir detay gereksiz ya da fazla değildir. İhtiyaçlarla mekansal üretim kusursuz bir denge içindedir. Yani antik kentlerde yaşamla mimari estetik değerler ışığında buluşur. Bu yüzden, aradan geçen yüzyıllara rağmen, bugün bile, bizleri kendilerine hayran bırakmaktadırlar.
Nasıl bırakmasınlar ki, bugün evlerde ki çeşmelerden suyun akıyor olmasıyla övünen yöneticiler varken, Aleksandria Troas’ta bundan 2000 yıl kadar önce, kentteki su kaynaklarının tadının beğenilmemesi üzerine kentten 50 kilometre uzaklıkta ki Kaz Dağları’ndan (İda Dağı) taş kanal ve toprak künklerle yeni bir su getirilmiş olduğunu görmek, insanı nasıl kendine hayran bırakmaz ki?
Yine Aleksandria Troas’la Apollon Oyunlarının düzenlendiği Ayvacık Gülpınar’da ki Apollon Smintheus kült alanı ilearasında ki 35 kilometrelik yolun Aleksandria Troas’ta ki granit ocaklarında üretilen granit bloklarla döşendiğine tanıklık etmek, insanı şaşırtmaz mı? Bitmedi! Hem Aleksandria Troas’ta, Anadolu’nun bulunabilen en büyük hamamlarından (uzunluğu 123 metre eni 94 metre olan Heredos Atticus Hamamı) hem de başka antik kentlerde ki hamamlarda alttan ısıtmalı odalara rastlamak ve ısıtma sistemi görmek oldukça düşündürücü oluyor.
Elbette, Aleksandria Troas’ın özellikler bu kadarla sınırlı değil. Dünya nüfusunun, 40 milyon olarak tahmin edildiği yıllarda Aleksandria’da 100 binin üzeride insan yaşamaktaydı. Sadece bu nüfus yoğunluğu bile, Troas’ın ne denli görkemli bir şehir olduğunu anlamaya yetebilir. Ve bu nüfus, o yıllarda geçimini birkaç kaynaktan temin etmekteydi. Kentin en önemli gelir kaynağı, kent yakınlarında bulunan granit ocaklarında üretilen ve tüm Akdeniz kıyısında ki Roma kentlerine ihracatı yapılan granit sütunlar ve garanti bloklardı. Bugüne birkaçı kırılmışta olsa dokuz on tanesi ulaşan granit sütunlardaki kusursuzluğu görmek, insan bilincini çok zorlayan bir durumdur. Zira; siparişe göre üretildiği ön görülen bu sütunlar 12 metre uzunluğunda 1.75 metre çapında ve her biri 55 ton ağırlığındadır. Sütunlardaki bu matematiksel şaşırtıcılıkla iş bitmiyor. Çünkü, 55 ton ağırlığındaki bu sütunların üretildiği ocaklarla yüklendiği Troas Limanı arasındaki mesafenin en az 10 kilometre olduğunu ve arazinin de engebeli bir araziden oluştuğunu görürseniz, karşınıza ikinci şaşırtıcı gerçek çıkar. 55 tonluk sütunlar granit ocaklarından 10 kilometre uzaklıkta ki limana nasıl getirilmiş ve gemilere hangi teknik ve hani araçla yüklenmişlerdir.
Troas’ın ikinci geçim kaynağı ise; o yıllarda tekstil boyası üretiminde kullanılan ve gri, siyah, açık kahve renklerin üretildiği meşe palamutlarının ihracatıydı. Şehirde çok sayıda bulunan meşe ağaçlarının meyvesi olan palamutları toplanıyor ve bugünkü adıyla Odun iskelesi denilen liman bölgesinde inşa edilmiş depolarda biriktirilerek daha sonra da İtalya’ya gemilerle ihraç ediliyordu. Diğer bir geçim kaynağı da Aleksandria Troas’la o günlerdeki adı Tenedos olan Bozcaada arasından geçen gemilerden alınan vergilerdi. O yıllarda Ege denizinin en büyük ve önemli ticari limanına sahip olan şehir Kuzey Ege’deki tüm deniz ticaretine hakimdi.
Ama Aleksandria Troas’ın özellikleri bunlarla bitmiyor. Bugün hristiyanların hac turizminde son durak olma ünvanını taşıyan şehir İncil’de adını geçiren birkaç nadir şehirden biridir. Zira Tarsuslu Aziz Paulus’un misyonerlik faaliyetleri Anadolu topraklarında bu şehirde son bulmuş, şehri iki kez ziyaret eden Aziz Paulus yine bu şehirden bindiği bir gemiyle gittiği Makedonya’ya hristiyanlığı götürerek, hristiyanlığın Avrupa’da yayılmasını…. …sahip çıkmak, onların çalışmalarına destek olmak gerekiyor. Zira, Arkeoloji mevcut kent dokularının ortaya çıkarılmasıyla sınırlı değildir. Arkeoloji aynı zamanda bu kadim topraklardaki akıl birikimini de ortaya çıkartır. Anadolu topraklarında binlerce yıl önce kurulmuş uygarlıkların her biri ayrı bir akıl toplamı, ayrı bir derstir. Ve bizim bu derslere ihtiyacımız var.
DALYAN
Abdullah ŞAHİN
Ekim 2020